28 Temmuz 2016 Perşembe

Sağlıcakla


Sizler de benim gibi düşünüyor musunuz bilmem de bence insanların her alanda fikirleri var. Benim alanım sağlık ama 7'den 70'e benim söylediğim bilgileri çürütecek tezler ileri sürmeye çalışıyorlar.

 Herkesin hobisi sağlık!!! 

Bunda sürekli artan hastalıklar, alandaki değişim ve gelişimin durdurulamaz çılgınlığının payı da var elbette. İnsanların bilgiye ulaşması çok kolay aynı zamanda yanlış bilgilere ulaşmaları da. Bir de televizyon programları ve bu programların parlattığı altın beslenme uzmanları, doktorlar var tabii.. Sorgulamadan, bu bilgi bana ne kadar uygun demeden uyguluyoruz duyduğumuz çoğu şeyi. İyi de glisemik indeks diyorum, etken madde diyorum asla kabul görmüyorum. Oysa bıraksak da herkes eğitim aldığı konunun uzmanı olsa be hanım ablalar...

Mimar Sinan aklıma gelir hep böyle olaylar yaşadığımda. Selimiye Camii'nin yapımı biter bir çocuk minarenin eğri olduğu konusunda diretir Mimar Sinan da işçilere halatlar bağlatıp çektirir minareyi düzgün yapınca haber ver der çocuğa. Çocuk bir süre sonra; düzeldi şimdi der. Bu millet Mimar Sinan'a bile İşini düzelttirecek bilgi ve donanıma sahip ancak hepimiz Koca Sinan'ın askerleriyiz!!!!!

6 Mart 2016 Pazar

Dost meclisi

Yoğun ve gergin sayılabilecek bir dönemden geçiyorum. Hemşirelik okuyorum ve hemşireliğin en önemli derslerinden biriyle tanıştım. 'Cerrahi' ! (Hemşireler ve öğrenci arkadaşlarım ne demek istediğimi anladı.)

Ders, beklediğimden daha farklı bir akış içerisinde ve ayak uyduramadım henüz -finallerden sonra bu yazımı yeniden okuyacağım- Başladığım kurslarım var İngilizce konuşamayan yegane insanlardanım, anlamıyorum evet kızmayın caaanım eğitim sistemimizin suçu bu -yersen- 2 senedir Erzurum'da yaşamama karşın kayak yapmak gibi bilumum kış sporlarıyla henüz tanışıyorum evet çok eğlenceli ve kıvırıyorum galiba bu işi bende.

Harika insanlar tanıyorum ben. Şiirlerin parmaklarını kanattığı, edebiyatın gözlerini yaşarttığı insanlardan bahsediyorum ve ne kadar şanslıyım ki onlar benim dostlarım. Sevdiğim insanların değiştiği, gittiği, geldiği dönemdeyim ve o güzel dostlarımdan biri bana şiir yazdı. ŞİİR YAZDI

'Sen mi hüzünlere kucak açardın yoksa hüzün hep mi sana sığınırdı, bilemiyorum...' demiş. Yağmurlu bir günde kaybettiğim, vazgeçtiğim insanı düşünüp yağmura kızarken ben, O yağmuru hissedip şiirleştirmişti adımlarımızı. Sessizce yürümüştük içimdeki ile kavga ediyordum ben 'hala saklı bir yerde o sezmediklerin, hiç görmediklerin ve içimdeki aşk' çok sevdiğim bir şarkı sözünü  mırıldanıyordum o ise kopmuş gitmişti sanki evrenden. Biliyordum şiir kafasını yaşıyordu ama bilmiyordum benim şiirimi yazdığını. İçten içe kızıyordu bana yağmurlu havaları ve rüzgarı sevmeyip güneşli günleri üstte tuttuğum için ama bende ona kızıyordum yağmuru sevip rüzgara kucak açtığı için. O şiirinden belki de güneşli günlerde vazgeçmişti  benim şiirim güneşli günlerde kalbimde gülerken. Saçını okşayan tek şey yağmurdu onun benim içimi güneşten başka ısıtan olmazken...

 Onu ve şiirini anladım ben ve onu anlamama ilk kez şiir yazılan benden daha fazla sevinmişti. Ne yüce gönüllü dostlarım var benim...


16 Şubat 2016 Salı

Güneşi gördüm...

Hava hafif ısınınca ruh hali de 'ısınan' insanlardansanız, gelin kocamaan sarılalım.

Çok sevdiğim bir arkadaşım bana ; "Mihraç, güneş enerjisiyle çalışıyorsun sen" demişti. Haklıydı...



Güneşe, ısıya, hava olaylarına bağlı yüzümde güller açıyorsa bilin ki toprak anada da güller açıyordur. Yağmura aşığım; kasvetli, kapalı havalarda bana şevk geliyor, kış gelsin kış gelsin diye nicesine sarıldım diyen insanlara büyüttüğüm gözlerim ve 5 karış açılan ağzımla hayret ediyorum -kar yağınca bende seviniyorum ama konumuz bu değil-

İçimin üşüyeceği, acaba kaç kat daha giymem gerekecek diye düşünerek geldiğim şubat Erzurum'una güneşten kıstığım gözlerim, çantama kaldırdığım kaşkolumla bakıyorum şimdi.

10 Şubat 2016 Çarşamba

Tatil değerlendirmesi #1

Malatya'da yaşayıp Erzurum'da okuyan bir öğrenci olarak bir yarıyıl tatilimin daha sonuna gelmiş bulunuyorum.

Derler ya bir yere giden ile gelen insan aynı kişi değildir diye bu sene ciddi anlamda yaşadım, şahit oldum buna. Değiştim ben de tıpkı diğerleri gibi. 3 nokta kullanmayı sevdim hep ama 3 noktalara yüklediğim anlamlar bile değişti bu süreçte. Üniversite yaşantıma kadar ailemle yaşamıştım ve çoğu noktada onlara bağımlı kalmıştım. Anlayacağınız 'tek başıma' kalmamıştım hiç. Korkmadım özlem burnumun direğini sızlattığında bile yenilmiş hissetmedim kendimi, ilk kez evden ayrılan 2 gün bile ayrı kalmamış olan biri olarak. Elbette yurt yaşamı boynumu büktü -kabul hala büküyor- ama işte benim krallığım da Erzurum. Başıma buyruk hallerim hep sorun yaşattı bana gerek ailemde gerekse sosyal ilişkilerimde ama Erzurum da en az benim kadar başına buyruk. Genişten hallice çekirdekten bambaşka olan aileme maddi açıdan hala bağımlı olsam da ben bu işi kıvırdım galiba ayaklarımın üzerinde en az bağımsızlar kadar durdum.

Telli turnalar babamın diyarına selam götürdü mü bilinmez ;) ama hayattaki tek başarısı yürümeyi öğrenmek olan Mihraç başardı hayatta kalmayı.

Gel gelelim bu tatil denilen minicik kaçışta neler yaptığıma.. 

Evet spora başlamadım, diyetimi 2. saatinde bozdum, sağlıklı beslenmedim, kimyasallardan da uzak durmadım, kabul...
Fakat daha fazla okudum, dinledim, izledim, sessiz kaldım. İnsanların davranışlarına neden aramaktan vazgeçtim. Üzüntülere anlamlar yükledim tıpkı mutluluklara yüklediğim gibi... Üzüldüğümde kendi kurduğum cümlelere sığındım. Kimsenin beni dinlemesini beklememeyi de öğrendim mutluluğun aslında içimdeki umutlarda saklı olduğunu, sadece çıkarmam için duygularıma değer vermem gerektiğini de aynı zamanda. 

Böylece ben aslında bilmem gerekenleri yeni öğrendim. Sevgiler...

8 Şubat 2016 Pazartesi

Duygulara dair

Günün birinde elbette söylenecekti o kelimeler. Belki de daha önce hissedilmişti sonuçta taştan değillerdi ve duyguları vardı.

 Kaygılanmak, sevinmek, ağlamak… Sadece onlara özgüydü ve sen hissetmemiştin daha önce bunları. Yanık kokusu gelmemişti burnuna sol köşenden çıkmamıştı dumanlar. İçini ısıtmamıştı bahar güneşi ve hiç sevmemiştin bir sokak kedisini sebepsizce.

 Daha önce hayallerin olmamıştı, inandığın rüyaların ve beklediğin mutluluklar. Hiç umutsuzlukla kıvranmamıştı bu dünyadaki gerçekliğin. Cümlelerin devrik kalmamıştı susmamıştı fısıltıların. Beyninin içindeki o sese karşı hiç yenilmemiştin. Vicdanında kurulmamıştı darağacın. Doğru ya senin Tanrı dediğin mitolojikti senin ellerini açtığın, bugün tarihsel masallar olarak anlatılıyordu. Sen yutmamıştın kitap tozu. İnce sızın da yoktu. Ama ben seni biliyorum yorulma… Yaşadın, öğrendin, hatalar yaptın. Doğruyu hep içinde hissettin dedim ya ben biliyorum seni..

4 Şubat 2016 Perşembe

20'lerin başında...

20’li yaşların başında olan biri olarak birey olma çabası veriyorum galiba şu sıralar. ‘Bende varım’ demeye çalışıyorum içinde bulunduğum topluma. Tabii topluma kendimi kabul ettirme telaşı değil benimki zira yeterince toplum kavramından uzağım. Piercingim, renkli saçlarım, tutturduğum türkülerim ile insanların yadırgayışlarını hissediyorum, görüyorum.

 Rahatsız etti mi? Hayır… 

Bilime, edebiyata, sanata değer vermeyen; dilleri iğneli, kalpleri siyah, sapkın insanlardan uzak durmaya çalıştım hep. Hayatları alışveriş yapmaktan, televizyon programı izlemekten, cafelerde oturup ülkeyi kurtarmaktan ibaret olan insanların beni yozlaştırdığını hissettim. 

Fikirlere saygı duyulmayan, sürekli yargılanan, susturulan, hoşgörü yoksunu hale nasıl geldik biliyorum aslında. Anlatayım...

 Hayatlarında Bacaksız Orhan’ı okumayan, sosyal medyadan okudukları kadarıyla Oğuz Atay’ı okuduğunu zanneden, Özdemir Asaf’ın şiirlerini hissedemeden yaşayan insanlar … Bilmediler eksik yaşadıklarını, bilmeyecekler de. Bir yanımızı da eksik bıraktılar kendileri eksik kaldığı kadar.

 ‘Popüler kültür’ kelimesini de hep bayat buldum zaten. Kültür popüler olamazdı, popüler olan şeyler akım olabilirdi kültür çok farklı bir kavramı yaşattı bizlere. Bir yandan kültürü kanunlaştıranlar canımızı yaktı bir yandan kendi kültürünü bilmeden yaşayan benliksiz insanlar.. 

Son zamanlarda okuduğum en güzel şiiri yazacağım.

Bütün mesele insan olmakta
Ölçüyle tartıyı kafana takma
Yüreğin tartar duygularını nasılsa
Sıkılma
Al eline fırçayı
Boyayalım karanlığı sabaha
.....

Ödünç zamanlar yaşıyoruz aslında
Zaman bilmese de yaşam biliyor nasılsa
Karanlığı gizlemek kolay.
Zor olan insan olmak değil
Mesele; insan kalabilmekte...

1 Şubat 2016 Pazartesi

Merhaba derken..

Blog yazmak... Evet bende -eminim birçoğunuz gibi- hep uzak durdum kabul ediyorum burun kıvırdım hayatlarımızı neden satırlara aktarma arzusundayız sorusunu sık sık sordum içinde 'blog' geçen cümleler kuran insanlara.. 


Tamam da ee sonuç? Bende buradayım. Sınırlı karakter içeren yalan, samimiyetsiz iletilerimizde sıkıldım da denilebilir buna farklı mecraları merak duygusu da ucunu nereye isterseniz oraya çekebilirsiniz. 

"Ağabey bak da gör sen 2000li yıllarda uçan arabalar yapacaklar kapsül yiyeceğiz kapsüül" cümlesindeki uçan arabaları, kapsülleri yapacaklarını umdukları nesildenim ben. Yapamadım. Havasız insan aracı olarak tabir edilen toplu taşımaları kullanan, fast food içeren öğünleri tüketen, icat buluş şurada dursun teknoloji kölesi olmamak için mücadele eden nesildenim. Zorunlu eğitimim -anaokulu kreş maceralarımı saymazsak- süresince yabancı dil dersleri almama rağmen hala konuşamayan eğitim sistemimizin deneği olarak tanıtsam çok mu yüklenmiş olurum kendime ve bizim çocuklara?

İşte bu duyguların beynimi çapraz sorguya aldığı bir akşamda, Müzeyyen Senar tatlı tatlı okşarken ruhumu yazmaya karar verdim. 

Hadi o zaman.. Başlayalım.